MAHALLE HOCAMIZ
Çocuktuk.
Büyüklerimiz için “cennet kuşu”yduk. Dedemiz bizi dizlerine oturtur, hem sever, hem öğretir, hem eğitirdi.
-Seni kim yarattı? Kimin kulusan? Süphanekeyi oxı baxım… gibi soruları hem sorar hem okuyup tekrarlatır, bilinç altımıza yerleştirirlerdi. Bu eğlendirirken öğrettiklerinden biri de elif-ba’dı. Küçücük ellerimizi şefkatli ellerine alır, avcumuzu açar, şahadet parmağını ağzına alıp, oooo diyer, sonra da avucumuzun içerisinde parmağını gezdirip;
Mini mini biy avıç
Ortasında biy havız
Havızın yanında biy ağaç
Ağacın üstında biy kuş
Bı görmiş (diyerek başparmaktan başlayarak parmaklarımızı avucumuzun içine doğru kapatmaya başlardı)
Bı tutmış (şahadet parmağı)
Bı bişirmiş (orta parmak)
Bı imiş (yüzük parmağı)
Bı da xocıya getmiş cüz oxımağa (seçe parmak) hadê bız de birabar oxiyax (diyerek elif, bê tê… diyerek elif ba’yı sonuna kadar okurduk. Böylece elif-ba ezberlenmiş olurdu. Okuma faslı bitince)
Xocadan gelmış, bı demış ki (yüzük parmağı) bız kuş idıx. Bı da demiş, hanı biye, hanı biye. Bı da demış bax ağaçta. Diyerek parmağıyla yukarıyı gösterirdi, biz yukarı bakınca boynumuzu gıdı gıdı diyerek gıdıklardı. Biz gıdıklanınca kıkır kıkır gülerdik, bu gülmemizden onlarda büyük haz alırlardı. Hem eğlendirmiş, hem eğlenmiş, hem öğretmiş olurlardı. Bu bir nevi okul öncesi eğitimdi. Biraz daha büyüyünce mahalle hocasına verilirdik.
İstinasız mahalledeki bütün çocuklar bir günlüğüne de olsa hocanın dizi dibine oturmuş, hocanın o nereye kaçsan gelip kafanı bulan uzun sopasından nasibini almıştır. Analarımızın özene-bezene elleriyle diktikleri “cüz çantası”nı boynumuza takar, yolda hocaya gidecek çocukların kapılarını çalar ( ne çalması hepimiz bir ev gibiydik, kapılarımız her zaman bir birimize açıktı)hoca arkadaşımızı alarak, güle-oynaya yola koyulur, hocaya yaklaştıkça kalabalık bir gurup olurduk. Kuş cıvıltılar gibi gürültümüz hocanın kapısına kadar sürerdi. Her şeyi kapının önünde bırakır, içeriye girerdik.
Elif-bê okuyan her çocuğun bir kalfası vardı. Kalfalar, genelde kur’an okumasını bilenlerden olurdu. Anasını arayan kuzu gibi hemen gider kalfamızı bulur saygıyla önünde diz çöker, cüzümüzü açar besmele çekerek okumaya başlardık. Kalfa bizi dinler, yanlışlarımızı düzeltirdi. Dersimize çalıştığımıza kanat getirince, başka bir şegirt sıraya geçerdi. Ortalığı okunan cüzlerin ve kur’anın sesi alırdı. Cüzlerimizin arasında pamuğa sardığımız “tavus kuşu” tüyünü bir birimize gösterir, büyüklüğü ve parlaklığıyla övünürdük. Hoca içeri girince bütün sesler kesilirdi. Hoca köşedeki yerine, minderinin üzerine kurulur, duvarda asılı falakanın yanında ki, bütün şegirtler ulaşa bilen ( bunu nasıl yapardı hala anlamış değilim) uzun sopasını alıp, bakışlarını herkesin üzerinde gezdirerek;
-Zelo, sıpırge parasını getırdiy mi?
-Xocam babamda pozıx para yoxtı, yarın getırrem.
-Bı kaçıncı yarın, kıran sıpıre. Sanki pangılotları deste deste, pozığ yoxmış.
-Cello sen aylığıy getırdi mi?
-Xocam anam dedi ki, öleden soyra ben xeste bellemaxa gıdecağam geçiken xocayıza uğrıyacağam, geliken getirecağ. Ben itirirem deye biye vermedı.
-He he çok para ya, itirirmış.
-Xocam, yaşo minderını gene getirmemış ha. Xaxın minderınde otıriy.
-Siyene la mızevır. Senden mi sorıliy?
- Xocam şemso dersına çalışmiy ha.
-La oğlım siyene. Dur sen elbet sırıfollıx.
-Hüsın. Hüsın. Cincıxlı hamam döndirdiz bıriy. Herkes aylığını getirsin. Hesırden sıpırge parasını getırmiyenler de getırsın, yoxsa falakıya kaldırram ha. Gözımızın nurını tökiyix sıze, inneden kuyı kazıyıx iki kurış aylığizı getirmisiz.
Şüküriye hoca, hesap-kitabı, tembihlerini ve tehditlerini bitirdikten sonra çağırdığı şağirtler sıraya göre gider hocanın yanında dersimizi tekrar ederdik.
Ders bitip, öğle yemeğine evlerimize gitmek için çıktığımızda, mahalleyi sesimiz doldururdu. Her kafadan bir ses çıkardı. Kimi yüksek sesle dersini tekrar eder, kimi yeni öğrendiğimiz ilahiyi söylerdi;
Şol cennetin ırmaklar
Axar allah deyyu deyyu.
Çıxmış islam bülbülleri
Öter allah deyyu deyyu.
Bir başka çocuk;
Elif ese inne, elif otur ünne
Bê besın benne, bêyi otır bünne.
Bir başkası;
Be beyli balabulla da bambulleyli bapbup
Ce ceyli calacula da camburleyli capcup
Kimse bu seslerden rahatsız olmazdı. Çünkü biz büyük bir aileydik.
Amme, tabarekeye geçmiş olanlar, eif-bâ okuyanlara göre bir gömlek daha kıdemliydiler. Kur’anı hatmedenlere Hatim Alayı düzenlenirdi. Bu hatmeden için bir onur sertifikasıydı.
Hatim Alayı için, bir rahle hilal şeklinde ince bir dal bağlanır. Dalın etrafı renkli kreplerle süslenir, üzerine bir Kur’an konur, çocuklardan biri bu rahleyi başına alır, hatim indirmiş olan çocuk süslenir, Kur’an önde arkada bütün hoca şeğirtleri, sokakları dolaşmay başlarlar. Çocuklar hep bir ağızdan;
Failatun faile. Amin
Xocamıza bin rehmet. Amin
Xelfemıze ğenimet. Amin
İslam dinine kuvet. Amin
Failatun faile. Amin
Anasına bin rahmet. Amin
Babasına ganimet . Amin
İslam dinine kuvet. Amin
Failatun faile. Amin
Elıf kur’ên başıdır. Amin
Çocıxların işidır. Amin
Çocıx cennet kuşıdır. Amin
Mahalle hocalarının ciddi bir yeri vardı hayatımızda. Dini konularda ilk taşlar burada koyulurdu. İnsanın hayatı boyunca faydalanacağı İslami şeylerin temeli burada atılırdı. Kur’an-ı kerim okuma kuralları (tecvit), mızraklı (fıkıh kitabı) Osmanlıca, mevlit, hafızlık ve makam gibi şeyler burada öğrenilirdi. Ve hocalar rejimin birinci düşmanı ve hedefiydiler. Sık sık baskınlar olur, hoca ve şakirtler karakola götürülür, Kur’anlar ve cüzler toplanırdı. Bütün baskılara rağmen hocalar öğretmekten vazgeçmezlerdi. Bundan dolayı her mahalle sakini hocaya saygıda kusur etmezdi. Hocadan sopa yiyip, falakaya yatırılsak da ailemiz “hocanın vurduğu yer yeşil olır, cehennemde yanmaz” derlerdi. Hocayı şikâyet etmemizi yasaklarlardı. Hocanın yetiştirdiği bir şakirt büyüyüp evleneceği zaman, çeyizi alınırken mutlaka hocaya hediye alınırdı, çeyiz kesilirken “ hocasına bir top elbise” diye yazılır, kimse buna itiraz edemezdi.
Her güzel şey gibi mahalle hocaları da ağırlığını, güzelliğin eski zamanda bıraktı.
Bız ne güzel bir zamanın çocuklarıydık la…
Bekir Urfalı