İlk başta yaşadığımız, Kovid-19 sürecinde kaybettiğimiz Tarihçi Gazeteci Yazar Sayın Orhan Koloğlu'nu saygıyla ve minnetle yad ediyorum.
Gazetecilik veya basın yayın, tüm dinamikleri tarihsel süzgeçten geçireceğimiz de ilk başta, fikriyatın siyasetle, politikanın halkla, halkın ise nabzının ve ateşinin, kimler düşürüyor veya yükseltiyor, işte tüm bu detayın gizemi, basın yayının tüm dinamiklerini aittir, televizyon, gazete, dergi.
Osmanlı'dan 21. yüzyıla dek tarihsel açıdan baktığımız zaman basın büyük vakalara şahit olmuştur. Gazetenin çıkışı, Türk tarihiyle buluşması, buluştukça kamuoyunun nabzının, Devlet millet anlayış ekseninde karşılıklara ve büyük başlangıçlara ve bitişlere şahit olduğunu görmekteyiz. Televizyon gözlere, gazete zihinlere, dergiler ise gönül kapılarını açar.
Bir karikatürle başlayan serüvende, büyük kitlelerin, büyük milyoncuk damlacıkların sesi olabilirsiniz. Peki tüm bu faktörler arasında, yayıncılık anlayışını Devletlerin ne kadar kontrolü altında tuttuğu önemlidir.
Baktığımız zaman; Muhabirler, spikerler, köşe yazarları, yazarlar ve büyük camianın, gazetecileri, toplumun Ne kadar sosyolojik yansımalarına, akımlarını, istek ve temennilerin ışığında gerekli mecraların, tüm Toplum senaristlerinin, senaryolarında acaba toplumun gerçek dinamikleri var mı?
İşte tüm sorudaki ince detay bu, tarih tekerrür ediyor mu yoksa o tarih kıskacın altın da mı?
Neden bu soruyu sorduğumuzda, gelecek olursak, Osmanlı'dan günümüze birçok Medya camiası ile karşı karşıya kalmışızdır.
Kimi zaman bizleri gerçekten, hayatımızı ve öykülerimizi tüm objektifliği ve açıklığıyla yere gelince de gerçek çıplaklığıyla yansıtmıştır. Kimi zaman ise bizlere tüm dünyasına açarak, tüm Orijinallikleri, yorum- betimleme düşkünlüğümüzü, Bir ekran karşısındaki görüşümüzün, kimi zaman ise gözyaşımızın, gülüşün adı olmuştur.
Yeri gelince de hepimizi yanıltan büyük kargaşa ortamını hazırlamıştır.
Aslında basın yayın tüm faktörlere, bizim dünyamızdır. Bazen fark edip bazen fark etmediğimiz, dünyamız.
O yüzdendir ki, basın yayın tarihinden bu ayağına, Siyaset, siyasal ideolojiler, siyasal tipolojilerin medya üzerindeki denemelere ve Dikta rejimlerinin Silahsal boyutta; özgünlüğünü koruyamayan, nesnelliğin öznellik arasında Beyni kuşatarak robotlardan farksız bırakan, düşünmeyen toplumları inşa ederek, Dünyaya hâkim olan medya bu politikaları geliştirerek dünya düzen büyük kazançlar devletler milletler ve uluslar ortaya çıkmıştır.
Biz, Türk medyası ise kısır döngünün içinde kısır döngü Yayıncılık anlayışı ile bir mesafe kat edememiştir. On altı devlet yıkıp, 17. devleti, İnşa eden büyük etnik köken, küçük hesaplar, küçük beyinler ve küçük adımlarla büyük medya perspektifini geliştirememiştir.
O yüzdendir ki Türk siyasal Hakimiyet anlayışı ve Türk medyasının üzerindeki otoriter hakimiyetini indirgenmediği müddetçe, BASIN-YAYIN çizelgesi istediği metotta Hizmet veremeyecek ve buna bağlı olarakta yol haritası her zaman şaşmış olacak.
Herkes kendi işini doğru ve dürüst şekilde yapsaydı, büyük güçlü Türkiye’yi, Türk devletini ve Türk milletini konuşuyor olacaktık.
Dar Çerçeveden bakılan dünya düzeninde, büyük koşuların, büyük ayaklarının adamlarını; Kalemle yapan gazeteyi, Mercek ile yapılan televizyon görselini, gerçek realite ile buluşturmalıyız.
Tarih tekerrür etmemeli. Devletler yıkılabilir, medya sektörü ve baronları değişebilir.
Basın ve tarih süzgeci gerçekleri hiçbir zaman onaramayabilir.
Onarmak için, acı ve yaşanmışlık gerekebilir.
O yüzden
Gazeteci de siyasetçi de büyük medya politikasında buluşmalıdır.