EFENDİMİZ SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM ve ADALET..
Günümüzde İslam Devletleri’ni adalet açısından değerlendirdiğimizde adaletin izlerine çok zor rastlasak da Asr- Saadet’te Efendimiz(S.A.V) adaletin nasıl sağlanacağını göstermiştir. O bir Resul’dür ve Resul’lerin getirdiği hukuk düzenleri nev’i şahsına münhasırdır. Toplum, Resulullah aracılığıyla tedrici bir şekilde İlahi İrade’ nin istediği bir yapıya kavuşmuş, bir dönem için gözyaşları dinmiştir. Kâinatın Efendisi sahip olduğu hukuk misyonuyla insanlar arasında bazen eşit davranarak bazen de mağdur olan tarafa bazı haklar tanıyarak insanlara adaletin nasıl sağlanacağının derslerini vermiştir. Hayatını yakından incelediğimizde bunun birçok örneğini görebiliriz. Misalen bir gün Mahzunoğulları kabilesinden Fatıma adında asil bir kadın hırsızlık yaptı. O kadının cezalandırmaması için Ashaptan Hz. Üsame Bin Zeyd’ i Peygamberimiz’e gönderdiler. Bu duruma çok kızan ve üzülen Hz. Peygamber( S.A.V) :”Nasıl oluyor da bazı kimseler, Allah’ın kanunu karşısında aracı olmaya kalkışıyor. Sizden öncekilerin mahvolmasının sebebi şudur: İçlerinden asil, ileri gelen birisi hırsızlık yapınca, onu serbest bırakıyor, zayıf ve fakir bir kimse hırsızlık yapınca, onu cezalandırıyorlardı. Allah’a yemin ederim ki Muhammed’in kızı Fatıma hırsızlık yapsaydı, onun da cezasını verirdim.” buyurdu. İşte gereken buydu! Nitekim Bedir Savaşı’nda da amcası Hz. Abbas’ı diğer esirlerle eşit seviyede tutup fidye verirse kurtulacağını belirtmiştir. Ensar’dan sahabeler Hz. Abbas’ı fidyesiz bırakmayı teklif etmiş olmasına rağmen böyle bir tavır izlemesi adalet çizgisinin ne kadar net olduğunun da en büyük göstergesidir. O’nun bu adaleti Sahabe Efendilerimize de sirayet etmiş, O (S.A.V) ruhunun ufkuna yürüdükten sonra da aynı durum- özellikle Dört Halife Dönemi’nde- devam etmiştir. Tabii adalet deyince de Hz. Ömer gibi Efendimiz’ den yakinen adalet dersi almış birini anmamak olmaz. Bilindiği gibi Hz. Ömer zamanında çok büyük bir kıtlık yaşanmıştır. Bu kıtlık zamanında karşısına bir adam getirilir. Bu adam hırsızlık yapmıştır. Dönemin ileri gelenleri Şeriat’ ın hükümlerine göre elinin kesilmesi gerektiğini ifade ederler. Hırsızlık bir had cezasıdır (Had Cezası: Suçun cezasının ne olduğu Kur’an ve ayetlerle açık, net ve kesin olarak belirlenen cezadır.) ve vakit geçmeden uygulanması gerekmektedir. Fakat O muhteşem Halife buna izin vermez. Şayet vakit kıtlık zamanıdır ve zaruret hali had cezasını düşürür. İşte adalet bazen yazan kuralı olduğu gibi uygulamak değil, kuralın konuluş nedenini ve hangi şartlarda uygulanacağını bilmektir. Bir insanın neden suç işlediğini sorgulayıp, toplumdaki şartları değerlendirip o kişiye en uygun cezayı verebilmektir. Hatta şunu itiraf etmeliyiz ki günümüzde cezalar son derece ağırdır. Misalen siz faile ağırlaşmış müebbet ya da müebbet hapis cezası veriyorsunuz. Kişi geri kalan hayatını dört duvar arasında geçirecek ve akli dengesini kısa bir süre sonra kaybedecektir. Onun topluma kazandırılması diye bir şey söz konusu olamayacak hem kişi hem toplum zarara uğrayacaktır. Peki bir hukukçunun amacı hayatları karartmak mı yoksa kararan hayatlara ışık mı olmaktır? İşte adalet dediğimiz muğlak kavram bu kapının altın anahtarı. Tıpkı Efendimiz ve Raşit Halifeleri gibi hem mağdur hem fail açısından durumu düşünüp, değerlendirip insani bir cezayla her iki tarafı da kaybetmeden karar verebilmektir. Bunun için de hukuk teknisyeni dediğimiz hukuk fakültesi mezunu olup hukuk ve adalet nosyonu kazanmayanlardan değil HUKUKÇU olmak gerekir. Kanımca bunun için kanunları bilmekle birlikte bir de vicdana sahip olmak gerekir.
Bütün bunlarla beraber şunu da belirtmek gerekir ki mutlak adalet bu dünyada sağlanamaz. Çünkü beşer olarak kusurlu, aciz ve çok eksiğiz. Fakat bu eksikliklerimizi kabullenip, elimizden geleni yapıp Allah’ a tevekkül etmek en güzelidir. Asıl özgürlük O’ndan başkasından korkmayıp O’ndan başkasına kul olmamakla elde edilir. Bilhassa toplumda adaleti sağlamakla görevli kişilerin de bunu hayatlarında şiar edinmeleri gerekir. Doğru ve adil bir karar için bu kıstas hiç unutulmamalıdır. Zira unutulduğu anda tavizler başlar ve tavizler hakkı doğurur. İnsanlar arasında adaleti sağlamakla görevli kişilerin bizzat insan haklarını çiğnemesi ise ne büyük bir paradoks oluşturur varın siz düşünün.