Şunu önemle ifade edelim ki, İslam’da al-i beyt, sadat, ehl-i beyt ve benzeri tabirlerle anılan evlad-ı Resule özel bir önem verilmiştir. Bunların zekat almasının yasak olması, devlet hazinesinden belli bir paya istihkakları bulunması sebebiyle, tarih boyunca Müslüman devlet adamlarının seyyidler ve şerifler denilen insanlara özel hürmet ve alaka göstermeleri, bu meseleyi daha da önemli kılmıştır. Şerif, necib, asil, üstün gibi anlamlara gelmekte olup çoğulu şürefa veya eşraftır.
Hz. Ali ve Fatıma’nın çocuklarından olan Hz. Hasan’ın soyundan gelenler şerif, Hz. Hüseyin’in soyundan gelenler ise seyyid olarak anılmışlardır. Ancak bu genel değildir. Şunu önemle belirtelim ki, Abbasiler ve Osmanlılar zamanında seyyidlere genel manada şerif dendiğini ve nikabet’ül-eşraf ünvanının seyyidlik manasını da kapsadığını belirtmek gerekiyor. Zira bu gruba giren şahsiyetler, askeri hizmetlerden ve bazı vergilerden muaf tutuldukları gibi, kendilerine belli haklar da tahsis ediliyor..
Osmanlı devletine ait arşiv vesikalarında Hz. Ali evladının unvanları ifade edilirken seyyid, şerif veya “seyyid-şerif ” unvanları kullanılmıştır. Seyyid-şerif unvanının bir arada kullanılması seyyid ve şerif iki aile arasında akrabalık bağı kurulduğuna işaret etmektedir. Nitekim şerif ve seyyid aileleri birbirlerinden kız alıp verirlerse bu suretle doğan çocuk, seyyid şerif unvanını taşımıştır. Bu çerçevede Osmanlı’da kadın evlendiğinde eşinin sosyal statüsü ile anılmakla beraber bu anlayışın aksine olarak seyyid veya şerif olan kadınların neseb asaletlerine dayanılarak doğan çocuğun da hem annesi hem de babası vasıtasıyla sosyal konumunun belirlendiği görülmektedir.
Selam ve saygılarımla..