SIDIKA-3
Askerin bu kadar hızlı davranacağını düşünemediler. Şu an düşündükleri tek şey atların hızını artırmak, bir an önce Fırat nehrini aşıp, Nemrut Dağı'nda saklanmak. Önde, Rıza ve adamları, arkada jandarma ölümüne bir kovalamaca sürüyor. Jandarma sürekli “dur” çağrısı, ardından ateş ediyordu. Bu kovalama da arkada kalan bir kişi açılan ateş sonucu vuruluyordu. Derinden gelen bir ax sesi, Fırat'ın dağlarında çevrili tepelerinde yankılanıyordu. Kimsenin düşenle ilgilenecek zamanı yoktu. Kaçış tüm hızıyla sürüyor, bir müddet sonra Fırat'ın önüne gelirler. Az ileride karşıya geçiş için bulunan Sal’lardan birine el koyarlar. Zaten daha sahibi gelmemişti. Sahiplerin orada olmayışı da onların bir şansıydı. Zira Sal’ı kiralamaya zaman yoktu. Bağları çözüldükten sonra 9 kişi biner Sal’a küreklerle karşıya geçmeye çalışırlar. Su akıntısı çok güçlü; bir metre karşıya yaklaşıldığında 5 metre de Suriye'ye doğru kayıyordu. Sal, adeta yan çizerek ilerliyordu. Bu da, karşıya geçmeyi geciktiriyordu, ama yapacak bir şey yoktu. O sırada jandarma da yetişti. Hepsi silah menzili içerisindeydiler. Komutan onları dürbünle izliyordu ama nedense ateş açmadılar. Ateş açsalar hiç kimsenin hayatta kalma şansları yoktu. Rıza buna anlam veremedi. Tüm gayretleri karşıya geçmek için yoğun çaba harcıyorlardı. Nihayet Sal yavaş yavaş kıyıya yanaştı. Hep birlikte Sal’dan İner inmez koşmaya başladıkları sırada aniden her kayanın taşın, gediğin ardından jandarmalar gizlendiği yerden çıkar.
Meğer bizim komutan Besni jandarmasının karşıda pusu kurduğunu bildiği için ateş açtırmamış, karşıya geçmeyi denemeyip sonucu beklemişti. Yüzlerce asker namluları Rıza ve adamlarının üzerine doğrultular. “Teslim ol Rıza” komutunu duyunca etrafının sarıldığını, kaçmasının imkânsız olduğunu görünce silahlarını yere bırakıp ellerini havaya kaldırarak seslenir; “Bizim sizinle sorununuz yok Komutan Bey”
Askerler hızla yaklaşıp üzerini aradıktan sonra silahları bir çuvala koyup ağzını bağlarlar. Adıyaman Besni karakoluna gelirler. Rıza ve adamları nezarete bırakılır. Nezarette herkes birbirine bakarak hep bir ağızdan “Selo yok” cümlesi çıkar. Herkes üzgündü oturduğu yerde uykuya geçerler.
Nezarette iki gün kalırlar. Besni karakol komutanı, yakalama tutanağı hazırladıktan sonra kaçaklara imzalatmıştı. Burada ifade alınmadı. 9 kişi geldikleri gibi Bozova'ya gönderildi. Bozova Jandarma Karakol Komutanlığı’nın nezaretine alındılar. O gece, Rıza kafasındaki düşünceleri adamlarına anlatır: “Bakın emmioğulları, bu dava benim davam. Yanlış ifade vererek, hepimizin uzun yıllar cezaevinde kalmasına gerek yok. Ben sizi zorla, şantajla bana yardım etmenizi sağladım. Köy baskınını ben düzenledim. Köydekilerini ben öldürdüm. Silahlar da bana ait. İtiraz istemem bu şekilde ifade verin.” Dedi.
Fethi Karakeçi: “ Rıza, bu bize yakışır mı? Ben amcam oğlunun üzerine ifade vermem. Sen ne kadar suçluysan bizlerde o kadar suçluyuz” dedi.
“Olmaz” dedi Rıza, “böyle Hareket edersek ömür boyu içeride kalırız. Kim ekinlerimizi toplayacak, kim çocuklara bakacak? Vallahi hepimiz perişan oluruz. Ekmeğe muhtaç oluruz. Bu hayata tutunmamız için birimiz içeride kalıp, sizde dışarıda işinize bakacaksınız. Bak Sıdıka kadın tek başına kaldı. Ekinlere nasıl bakacak, bunu böyle düşünün daha da güçlü olmamız için satrancı iyi oynamamız lazım”
Fethi: “Rıza, Selo’dan haber yok. Vurulduğunu biliyoruz ama yaralı mı, öldü mü bilmiyoruz. Eğer ölmüşse bunu o komutanın yanına koymam. Onun için benim dışarıda olmam lazım. Emmioğlu Rıza'nın bu fedakârlığını unutmam. Doğru olan budur. Sen de çocukları yenge Sıdıka'yı merak etme. Biz var oldukça başın dik bir şekilde hapiste yatarsın. Bakarsın bir gün gelip seni alırız.” Dedi. Bu konuşmalara hemfikir olunca uzun süre kimse konuşmadı. Ertesi gün askerler sorguya almaya başladı. Nezarette almış olduğu karar gereği ifadeler verildi. En son da Rıza'yı çağırırlar sorgu odasına. Rıza’ya gösterilen sandalyede oturur. Sorguyu yapan kıdemli Başçavuş öncekilerin verdiği ifadeyi göz ucuyla okurken ara sırada Rıza'yı süzüyordu. “Rıza bu ifadelere bakılırsa her şeyi sen mi planladın? Senin zorunla mı gelmek zorunda kalmışlar, buna ne diyorsun?”
“Söyledikleri doğrudur. Perçin ağa, arazilerimi satmam için tehdit etti. Olmadı mahsulümü yaktı. Sonra haber gönderdi. Bu senin iyi günlerin dedi. Adamlar resmen tehdit ediyordu. Evimde oturup beni öldürmelerini mi bekleyeyim komutan. Başka çare yoktu. Başka da söylenecek sözüm yok.” Başçavuş söyleneni yazar. Sonra dışarı çıkmasını söyler. Çıkarken Rıza sorar; “komutan benim amcaoğlu Selo'nun durumu nedir, yaşıyor mu?” diye sorunca; “gözaltındakilerin soru sorması yasaktır, bilmiyorum” der. İfadeler bittikten sonra sanıkları bir sabah erkenden yola çıkarırlar. 9 kişinin elleri birbirine bağlı şekilde bir at arabasına önde ve arkada atlı süvariler öncülüğünde Urfa'nın yolunu tutarlar. Akşam karanlığında Urfa'ya varırlar. Geceyi Urfa Cezaevi'nde geçirirler. 1 ay burada kaldıktan sonra mahkeme günü gelip çatar. Sabah saatlerinde Rıza ve adamları mahkemeye çıkarılır.
Önce isim tespiti sonra ifadeler burada söylenenler daktiloya yazılıyordu. Genelde Bozova Jandarma karakolunda verilen ifadeyi olduğu gibi kabul ettiklerini, üzerine ekleyecek bir bilginin olmadığını aktarırlar. Rıza’ da benzer ifadeyi verir. “Karakoldaki ifadeyi kabul etmem ile birlikte dosyaya eklemek istediğim bir bilgi olduğunu” söyleyince hakim söz verir;
“Hakim Bey, bu olaylar olmadan önce perçin Ağa arazimizi satın almak istediğini ve beni tehdit ettiğini Yaylak karakol Komutanlığına söyledim. Hiçbir şey olmaz dedi. Devletimiz büyüktür dedi ama daha sonra Perçin Ağa' nın adamları ekinimi yaktıklarında bu askerler hiç görünmedi. Nasıl oluyor da ben Perçin ağa ve adamlarını öldürdüğümden 20 dakika sonra etrafımı Jandarma basıyor? Köyümü yakarken bu jandarmalar neredeydi” diye sorunca hakim kızarak:
“Rıza… Rıza ne demek istiyorsun yaptığın katliamı şimdi devlete mi yıkmaya çalışıyorsun? Bak bu sözlerini zapta geçmiyorum. Israr edersen idam olursun. Anladın mı, duruşma 45 gün sonraya ertelenmiştir.”
Rıza ve adamları koğuşlarında volta atarken, olup bitenleri çözmeye çalışıyorlardı. Hem komutan hem de mahkeme ile ilgili hiçbir şey söylemiyorlar. Selo'nun vurulduğunu gördük ama ortada ne ölüsü ne de dirisi var. Perçin Ağa'nın kendisine ve köyüne yaptığımız baskından 20 dakika sonra nasıl Jandarma peşimize takıldı. Tayyare ile gelse yetişemezdi. Var bunda bir puştluk. Jandarmanın önceden haberi oldu diye düşünsek, baskını önleyebilirdi. Perçin Ağayı öldürmeye fırsat bulmadan bizi durdururlardı. Komutan acaba Perçin Ağa'nın öldürülmesini mi bekledi…?”
Kuruntu, şüphe beyinleri karıştırıyor. Acabalar çoğaldıkça şüpheler de artıyordu. Bunlar olabilir mi? Kesin değil ama kesin olan ortada bir köstebeğin olduğudur. Baskını bilen biri komutana ihbar etmiştir; bu kesin. Peki, komutan bu baskını niye önlemedi? İşte Problem de burada. Burada Mezopotamya’ya özgü Kural'ın tipik bir örneği olan yiğitliğin ve ihanetin iç içe olduğu bu coğrafyada; yiğitlik, halkın bağrından çıkan bir kültürdür. İhanet ise iktidar odaklıdır. Yine ihanet rolünü oynamıştı.
Rıza bu çözümlemeleri yaparken, mahkeme günü gelir. İkinci mahkeme de yine Hakimler sorar, Rıza ve adamları cevap verir. Geçen mahkemede karakolun niye müdahale etmediğini sorması üzerine hakim çok sert cevap verdiği için bu kez bu konuya girmedi. Ancak kafasındaki soruya cesaretini toplayarak söz alır; “Hakim Bey, biz 10 Kişiydik. Jandarma bizi kovalarken, Selo isminde amcam oğlunun vurulduğunu gördük. Sonra haber alamadık. Akıbetinin araştırılmasını ölü veya dirimi, nerede olduğunu tarafıma bilgi verilmesini istiyorum” dedi.
Hakim, bu kez sakin dinledi ve söyleneni Katip yazdı. Selo'nun akıbetinin araştırılmasına, mahkemenin karar duruşması için 30 gün ileri tarihe ertelemesine, tutuklu sanıkların tutukluluğunun devamına” diyerek mahkemeyi sonlandırır. Tutuklular tekrar cezaevine götürülür.
Bu arada Rıza'nın görüşçüleri de gelir. Gelenler arasında Sıdıka da vardı. Rıza önce akrabaları ile konuşur. Selo'yu sorar. Gelen bilgilere bakılırsa, köylüler de Selo'yu tutuklu biliyorlar. Köyde de Selo hakkında bilgi yok. Durum gittikçe çetrefilleşiyor. Akrabaları ile konuşması biten Rıza, son 15 dakikayı da eşi Sıdıka ya ayırır. Akrabalarıyla vedalaştıktan sonra Sıdıka gelir eşinin yanına.
Sıdıka iki gözü iki çeşme ağlıyordu. “Ben günyüzü görmeyecek miyim Rıza nedir bu başımıza gelenler. Ben şimdi köyde tek başıma iki çocuğumla ne yapacağım” der. Rıza boynuna sarılır, “kedersiz bahtsız karıcığım geçecek bunlar bak yalnız değilsin. Tüm topraklarımızın ekiminden hayvanların bakımını sen kontrol edeceksin. Sana yardım edecekler. Her şey senin kontrolünde olacak. Bizim emmioğlu sana bir silah getirecek. Onunla kendini koruyacaksın. Sana yanlış yapana sen acımayacaksın. Hayatta kalmanın başka yolu yok. Aslında yolu çok ama coğrafyaya hükmeden asalaklar başka yol açılmasına müsaade etmiyor. Bize düşen görev de oyunun kuralına göre oynanmasıdır. Bu oyunda asla başımız öne eğilmeyecek. Tarlamızı elimizden almaya kalkan o güçler, senin aileni ortadan kaldıran güçle aynıdır; birlikte hareket ediyorlar. Bunu böyle bilesin. Onun için asla acizlik yılgınlığa kapılmadan daha da güçlü dik ve onurluca yaşam mücadelesi vereceğiz. Keşke olmasaydı diyecek durumumuz yok. Biz hata yapmadık. Biz kimsenin tarlasına malına göz koyacak kadar alçalmadık. Yaptığımız sadece kendimizi savunmaktır. Kimseye saldırmıyoruz ama kimseye verecek başımız yoktur. Gücümüz oldukça varız. Onun için sürekli güçleneceksin. Paraysa para, silahsa silah. Kendimizi yeniden donatacağız. Kendi göbeğimizi kendimiz keseceğiz. Biliyorum Osmanlı Devleti çok güçlüdür. Halkı korumadıktan sonra ben ne yapayım o gücü. Güçlü ise kendine güçlüdür. Sınır ötesini yağmalamak için ordularını yığıyor. İçte ise meydan çetelere, talancılara kalmış. Memleketi Parsellemişler; bu sana bu bana ötekine kalmadı. Güçlüler kural, kaide koyarsa olacağı budur.” Der.
(Devam edecek)
Cemal Babaoğlu